Sizce renklerin cinsiyeti var mıdır? Bence yoktur...Ama renklerin cinsiyetlere göre ayrıştırılması (kız rengi, erkek rengi gibi) maalesef ki vardır... Neden maalesef dediğimi birazdan anlatmaya çalışacağım 😉
Bu resimde gördüğünüz ayakkabılar kızlarıma ait. -İkiz oldukları için tabi ki her birinden ikişer çift var - 😊 Biz bu ayakkabıları erkek çocuk reyonundan aldık. Hepsi de erkek çocuklar için hazırlanmış. Ama ben bu ayakkabıların uniseks (her iki cinsiyete de uygun) olduğunu düşünerek aldım. Sonra sırf eğlence olsun diye Instagram'da bir anket yapıp takipçilerime sordum: "Bu ayakkabılar hangi cinsiyete aittir?" diye. Erkek cevabını verenler de oldu ama çoğunluk kız cevabını verdi. Tabi ki bu bilimsel bir araştırma değil ama çıkan sonuç, bana aslında bunun göreceli bir durum olabileceğini düşündürdü. Öyleyse bir rengin cinsiyetinin olmadığını da söylemek mümkün olabilir.
Renklerin cinsiyeti yoktur ama renklerin cinsiyetlere ayrıştırılması popüler kültür ve tüketim kültürünün bir dayatması olarak apaçık karşımızdadır. Bu durum özellikle bebek ve çocuk eşyalarında oldukça belirgindir. Kızlar için pembeler ve morlar, erkekler için mavi ve yeşil renkler hakimdir..Mağazalarda reyonlar net bir şekilde ayrıştırılmıştır. Kız reyonunda tek tük mavilere rastlanılsa bile erkek reyonunda pembe renk görmek neredeyse imkansızdır. (Bebek ve çocuk reyonlarından bahsediyorum. Yetişkin reyonlarında durum farklı olabilir.)
Peki gerçekten de pembe kız, mavi erkek rengi midir? Yoksa bunlar sadece bir pazarlama stratejisi ve dayatmadan mı ibarettir? Bana kalırsa bu bir dayatmadır. İnsanları şartlandırmadır. Belki benim gibi bu dayatmalara aldırmayanlarınız vardır. Ama bu dayatmalara takılıp kalan, kız çocuğuna mutlaka pembe, erkek çocuğuna mutlaka mavi diye tutturan anne-babalar (daha doğrusu yetişkinler) var biliyorum. Sık sık karşıma çıkıyorlar.😉
Peki bu dayatmaların çocuklara yansıması nasıl oluyor? Onlar da tıpkı yetişkinler gibi belirli renkler için tutturuyorlar. Sınıfımda sıkça yaşadığım bir olaydan örnek vereyim: Sanat etkinliği yaparken renkli kartonları -rengine dikkat etmeksizin- çocuklara rastgele dağıtırım. Bu dağıtım esnasında kendisine mavi karton denk gelen bir kız çocuğu ya da kendisine pembe karton gelen bir erkek çocuğu duruma karşı çıkar. Gerekçe olarak da "Ama bu kız/erkek rengi" der. Bunu söylerken de çocuk gerçekten çok üzülür. O kadar üzülür ki bunu bir yetişkin olarak çocuğun bakışından duruşundan anlamamanız neredeyse imkansızdır. Çocuk bir kartonun sırf rengi için gerçekten ama gerçekten üzülür. Bu noktada ben çocuğu ikna etmeye çalışırım. "Kız rengi, erkek rengi diye birşey yoktur. Renkler hepimizindir. Kızlar da mavi karton, erkekler de pembe karton kullanabilir." gibi şeyler söylerim. Karşımdaki çocuk bazen ikna olur ama bazen de olmaz. Ben de şansımı daha sonra denerim.😉
Şimdi diyeceksiniz "Bir renk için çocuğu üzmeye ne gerek var?" Evet, benim de tam olarak demek istediğim bu zaten. Neden renkleri cinsiyetlere göre ayrıştırıp, bu saçma ayrımı çocukların da zihinlerine sokuyoruz? Lütfen çocuklara bu kötülüğü yapmayalım. Gerçekten böyle birşeye hiç gerek yok. Biz yetişkin olarak bu popüler kültür ve tüketim kültürü dayatmasına aldırmazsak, çocuklarımız da aldırmaz 😊
Çoluk Çocuk
11 Temmuz 2019 Perşembe
14 Haziran 2019 Cuma
Oyuncak almayı abartmayalım :)
Bundan önceki yazılarımda daha ziyade kendi özel yaşantımdan bahsetmiştim. Ancak bu ve bundan sonraki yazılarımda çoluk çocuk konularına değineceğim. Tabi arada yine kişisel konulardan da yazabilirim...
Geçenlerde sosyal medyada dolaşırken karşıma reklam olarak çıkan bir paylaşım beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Çocuklar için oyuncak mobilya üreten ve bunları satan bir sayfanın paylaşımıydı. Aşağıya bu paylaşımdan seçtiğim bazı fotoğrafları ekledim.
Fotoğraflarda oyuncak mobilyaları, boyutlarını ve fiyatlarını görüyorsunuz. "Eeee, ne var bunda?" diyebilirsiniz. Buraya kadar benim için de birşey yoktu ancak paylaşımın altına yazılan yorumlar ve yapılan tartışmalar dikkatimi çekti. Okuduklarımdan anladığım kadarıyla, aslında anaokulları için üretilen bu mobilyaları çocuklarına EVDE oynasınlar diye alan insanlar var. İşte bana göre tam bir saçmalık olan durum da burada başlıyor. Oyuncakların boyutları evde kullanmak için oldukça büyük ve fiyatları da bir oyuncak için hiç de makul değil. Elbette daha pahalıya satılan oyuncaklar da vardır ama benim esas değinmek istediğim fiyat konusu değil. Daha önce de belirttiğim gibi, bu oyuncak mobilyalar aslında anaokulları için üretiliyor. Anaokullarında, çocuklara gerçek yaşam deneyimleri yaşatmak (evcilik oynarken yemek yapmak, bulaşık yıkamak, vs) kullanılan materyaller bunlar. Ancak bunları eve almak çok gereksiz. Çünkü zaten her evde illaki bir mutfak dolabı (modeli, rengi, kalitesi, büyüklüğü, vs. hiç önemli değil) var. Çocuğumuza oyuncak mutfak dolabı almak yerine, evimizdeki gerçek mutfak dolabının bir bölümünü çocuğumuzun oynaması için ayırmak pekala da mümkün 😊😊 Çocuklarımızın ev ortamında böyle oyuncaklara gerçekten ihtiyacı yok. Gerçeğiyle oynamak varken taklidiyle niye oynasın çocuklar? 😄😄 Amaç gerçek yaşam deneyimleri kazandırmak değil mi zaten??
Yapılan yorumlarda bir de şöyle ifadeler vardı: "Pahalı ama çocuğumuza kıyamıyoruz, alıcaz mecbur" Yahu niye mecbur olacaksınız? Kaldı ki bunun çocuğa kıyamamakla da bir ilgisi yok. Eğer bizler yetişkin olarak, böyle bir oyuncak satın alma fikrini çocuğun aklına sokmazsak, çocuk büyük olasılıkla böyle bir talepte bulunmayacaktır bile. Tam da bu noktada durup düşünmek lazım, "Bu oyuncağı çocuğum mu istiyor, yoksa ben mi istiyorum.?"
Bir eğitimci ve bir anne olarak naçizane tavsiyem çocuklarınıza böyle oyuncaklar almamanız. Hem evinizde (malikanede yaşıyorsanız o ayrı tabi 😄) çok yer işgal eder hem de gereksiz masraf.. Ne kadar zengin olursanız olun, böyle oyuncaklar için harcayacağınız parayla çocuğunuz için çok daha faydalı şeyler yapabilirsiniz. Bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Çocuğunuzun böyle oyuncaklara gerçekten ihtiyacı yok. Belki bir süre heyecanla oynar ama sonrasında yine evdeki gerçek mutfak dolabıyla oynamayı tercih eder. O yüzden oyuncak almayı çok da abartmayalım 😊😊
29 Mayıs 2019 Çarşamba
Lohusa depresyonu ile nasıl baş edebildim, mi acaba?
Lohusa depresyonu ile ben nasıl baş ettim ya da gerçekten baş edebildim mi? Bu sorunun cevabı şimdilik benim için de net değil..Belki de işin içinden hala çıkamadım ve sadece kendimi oyalıyor olabilirim.
Lohusa depresyonu aslında ciddi bir tedavi gerektirir. Psikoterapi ve gerekirse eşliğinde ilaç tedavisi. Ancak birçok anne bazen kendi arzusuyla, bazen de elinde olmayan sebeplerden ötürü bu tedaviden mahrum kalıyor. Psikoterapi geçmişi olanlar ya da çevresinde böyle bir deneyimi olan tanıdıkları olanlar çok iyi bilir ki, böyle bir tedavi ülkemizde -ne yazık ki- çok pahalıya mal oluyor. Psikoterapinin tek bir seans ücreti bile dudak uçuklatabilecek bir meblağ olabiliyor. Devlet hastanelerinden ya da ücretsiz danışmanlık hizmeti sağlayan kurumlardan bu hizmeti almak ise oldukça güç. Çünkü -hele ki İstanbul gibi bir şehirde- talebin çok fazla olması ve bu talebe cevap verecek yeterli sayıda uzmanın bulunmaması sebebiyle, terapi randevusu çok ileri bir tarihe veriliyor ve seanslar arası süre çok uzun (2 hafta ya da daha fazla) oluyor. Bu da tedaviden olumlu bir sonuç almayı güçleştiriyor. Bunun gibi ekonomik sebeplerden ötürü ya da tedavi için ayıracak vakit olmamasından dolayı anneler tedavi olmak istemeyebiliyorlar. Ekonomik gücü ve ayıracak vakti oldukları halde, birçok anne de yaşadıklarını başka biriyle paylaşmayı zayıflık olarak gördüğü için tedaviden uzak duruyor. Ne yazık ki birçok anne hiç tedavi olamadan yaşantısına devam ediyor. Bu konuyla ilgili daha fazlasını merak edenler, bilimsel verilerin de paylaşıldığı Instagram hesabı @bogaziciannebebek 'i takip edebilirler 😊
Peki ben ne yaptım bu depresyon sürecinde? Kendimce sebeplerden ötürü tedavi olmadım. Dikkatimi başka yöne çekmeye çalışarak ve kendime vakit ayırmaya çalışarak (2 bebekle ne kadar mümkün oluyorsa artık) iyileşmeye çalıştım. Hamileyken aldığım ve veremediğim kiloları takıntı haline getirdiğim için önce kendime korse aldım. Evde kendi imkanlarımla pilates yaptım. Biraz inceldim ve korsenin bir küçük bedenine geçiş yaptım 😊💪 Bu bana inanılmaz iyi geldi. Ama yediğime içtiğime hiç dikkat etmediğim için hala tam istediğim görünümde değildim. Bu sefer de "zayıflatan" tayt aldım. Eh o da biraz işe yaradı ama hala yetmiyordu. Makyaj malzemelerine, cilt ve saç bakım ürünlerine taktım kafayı. Bayatlayan makyaj malzemelerimi çöpe attım, yenilerini aldım. Cilt maskeleri, saç maskeleri,kremler, losyonlar, kaş bakım yağı, bilmem ne bakım yağı, bir sürü ıvır zıvır aldım ve kendimce kendime bakmaya başladım. Tabi bu arada kızlarım da konuya epey bir ilgi duydular. Her gün mutlaka gül suyuyla yüzlerini siliyorlar 😍 Birlikte bakım yapıyoruz. 😊 Tüm bunlar bana gerçekten çok iyi geldi. Artık kendimi çok daha iyi hissediyorum.
Ben bunları yapıp kendimi iyileştirmeye çalışırken, başıma talihsiz bir olay geldi. Trafik kazası geçirdim ve ayağım kırıldı. Herşey sanki bir anda tepetaklak oldu. Çok üzüldüm, moralim çok bozuldu, çok ağladım...Depresyon sanki geri gelmişti ama buna izin veremezdim. Yapabileceğim tek şey kendime bakmaktı. Korse ve zayıflatan taytımı giyemedim ama günlük cilt bakım rutinimi aksatmadım 😃 Ayağım alçıdayken bile her gün, kaş bakım yağımı ve uyku maskemi sürmeyi ihmal etmedim. Alçı çıkınca da medikal botumu giyip, Bodrum'a kongreye gittim. Bu arada farkında olmadan biraz da kilo vermişim. Sonuçta bir şekilde kendimi daha iyi hisseder hale geldim. Geç oldu, güç oldu ama oldu işte...
Depresyonu gerçekten atlatabildim mi, emin değilim. Belki de bir yerlerde sinsice bekliyordur hala.. Olur da tekrar nüksedirse, bu sefer tedavi olacağım kesin!
Bu yazım da böyle oldu...Görüşmek dileğiyle..
Lohusa depresyonu aslında ciddi bir tedavi gerektirir. Psikoterapi ve gerekirse eşliğinde ilaç tedavisi. Ancak birçok anne bazen kendi arzusuyla, bazen de elinde olmayan sebeplerden ötürü bu tedaviden mahrum kalıyor. Psikoterapi geçmişi olanlar ya da çevresinde böyle bir deneyimi olan tanıdıkları olanlar çok iyi bilir ki, böyle bir tedavi ülkemizde -ne yazık ki- çok pahalıya mal oluyor. Psikoterapinin tek bir seans ücreti bile dudak uçuklatabilecek bir meblağ olabiliyor. Devlet hastanelerinden ya da ücretsiz danışmanlık hizmeti sağlayan kurumlardan bu hizmeti almak ise oldukça güç. Çünkü -hele ki İstanbul gibi bir şehirde- talebin çok fazla olması ve bu talebe cevap verecek yeterli sayıda uzmanın bulunmaması sebebiyle, terapi randevusu çok ileri bir tarihe veriliyor ve seanslar arası süre çok uzun (2 hafta ya da daha fazla) oluyor. Bu da tedaviden olumlu bir sonuç almayı güçleştiriyor. Bunun gibi ekonomik sebeplerden ötürü ya da tedavi için ayıracak vakit olmamasından dolayı anneler tedavi olmak istemeyebiliyorlar. Ekonomik gücü ve ayıracak vakti oldukları halde, birçok anne de yaşadıklarını başka biriyle paylaşmayı zayıflık olarak gördüğü için tedaviden uzak duruyor. Ne yazık ki birçok anne hiç tedavi olamadan yaşantısına devam ediyor. Bu konuyla ilgili daha fazlasını merak edenler, bilimsel verilerin de paylaşıldığı Instagram hesabı @bogaziciannebebek 'i takip edebilirler 😊
Peki ben ne yaptım bu depresyon sürecinde? Kendimce sebeplerden ötürü tedavi olmadım. Dikkatimi başka yöne çekmeye çalışarak ve kendime vakit ayırmaya çalışarak (2 bebekle ne kadar mümkün oluyorsa artık) iyileşmeye çalıştım. Hamileyken aldığım ve veremediğim kiloları takıntı haline getirdiğim için önce kendime korse aldım. Evde kendi imkanlarımla pilates yaptım. Biraz inceldim ve korsenin bir küçük bedenine geçiş yaptım 😊💪 Bu bana inanılmaz iyi geldi. Ama yediğime içtiğime hiç dikkat etmediğim için hala tam istediğim görünümde değildim. Bu sefer de "zayıflatan" tayt aldım. Eh o da biraz işe yaradı ama hala yetmiyordu. Makyaj malzemelerine, cilt ve saç bakım ürünlerine taktım kafayı. Bayatlayan makyaj malzemelerimi çöpe attım, yenilerini aldım. Cilt maskeleri, saç maskeleri,kremler, losyonlar, kaş bakım yağı, bilmem ne bakım yağı, bir sürü ıvır zıvır aldım ve kendimce kendime bakmaya başladım. Tabi bu arada kızlarım da konuya epey bir ilgi duydular. Her gün mutlaka gül suyuyla yüzlerini siliyorlar 😍 Birlikte bakım yapıyoruz. 😊 Tüm bunlar bana gerçekten çok iyi geldi. Artık kendimi çok daha iyi hissediyorum.
Ben bunları yapıp kendimi iyileştirmeye çalışırken, başıma talihsiz bir olay geldi. Trafik kazası geçirdim ve ayağım kırıldı. Herşey sanki bir anda tepetaklak oldu. Çok üzüldüm, moralim çok bozuldu, çok ağladım...Depresyon sanki geri gelmişti ama buna izin veremezdim. Yapabileceğim tek şey kendime bakmaktı. Korse ve zayıflatan taytımı giyemedim ama günlük cilt bakım rutinimi aksatmadım 😃 Ayağım alçıdayken bile her gün, kaş bakım yağımı ve uyku maskemi sürmeyi ihmal etmedim. Alçı çıkınca da medikal botumu giyip, Bodrum'a kongreye gittim. Bu arada farkında olmadan biraz da kilo vermişim. Sonuçta bir şekilde kendimi daha iyi hisseder hale geldim. Geç oldu, güç oldu ama oldu işte...
Depresyonu gerçekten atlatabildim mi, emin değilim. Belki de bir yerlerde sinsice bekliyordur hala.. Olur da tekrar nüksedirse, bu sefer tedavi olacağım kesin!
Bu yazım da böyle oldu...Görüşmek dileğiyle..
25 Mayıs 2019 Cumartesi
Lohusa Depresyonu(m)
Bugün sizlere benim de iliklerime kadar yaşadığım, belki de hala tam olarak atlatamadığım, lohusa depresyonu hakkında birşeyler yazmak istedim... Lohusa depresyonu veya bir diğer adıyla doğum sonrası depresyon şöyle tanımlanıyor:
"Doğum sonrası depresyon diğer adıyla Postpartum depresyon (PPD) doğumdan sonra bir kadında gerçekleşen fiziksel, duygusal ve davranışsal değişimlerin karmaşık bir karışımıdır. PPD başlangıcı, doğumdan sonraki dört hafta içinde gerçekleşen bir majör depresyon formudur. Postpartum depresyon, bebek sahibi olmakla ilişkili kimyasal, sosyal ve psikolojik değişikliklerle bağlantılıdır. Birçok yeni annenin deneyimlediği fiziksel ve duygusal değişikliklerin tanımıdır. Postpartum depresyon ilaçla ve danışmanlıkla tedavi edilebilir." (https://www.e-psikiyatri.com/dogum-sonrasi-depresyonu-26055 )
Bu tanımda da ifade edildiği üzere, doğum yaptıktan sonra oluşan bu depresyonu çok hafif de olsa yaşamayan bir anne var mı bilmiyorum. Eğer varsa gerçekten çok şanslı demektir. İlk kez anne olduğumdan mıdır, yoksa ikiz doğurduğumdan mıdır, ya da içinde yaşadığım çevre koşullarından mıdır bilmiyorum ama ben bu depresyonu çok ağır yaşadım. Uzunca bir süre de kimseye birşey anlatamadım. Sonunda dayanamadım ve geçen sene tam da lohusa depresyonu haftasında içimdekileri kağıda döktüm. Ardından bunları Instagram'da paylaştım. Bunun üzerine çok sayıda destek mesajı ve telefonu aldım. Tabi ki halimi anlayan annelerden 😊 8 Mayıs 2018 de yazdığım yazıyı burada da paylaşmak istiyorum.
"Bu hafta Lohusa Depresyonu Farkındalık haftasıymış. Bu depresyonu iliklerine kadar yaşamış ve hala yaşamakta olan bir anne olarak, içimdeki zehrin bir kısmını akıtmanın vakti geldi sanırım. Baştan söyleyeyim, bu iletiden rahatsız olanlar DM'den mesaj atsınlar. Onları engellerim. Bir daha böyle "saçma sapan" paylaşımlarımı görmezler.
İkizlerimi doğurduğumda çok mutluydum. Ama sonra herşey hızla kabusa döndü. Aç, uykusuz, pis ve bakımsız kaldığım günlerde hiç iyi anılarım yok. Bana destek olmaya gelen "en yakınımın" canımı nasıl yaktığını hatırlıyorum. Gecenin bir yarısı, bebeklerimin gaz şurubunu duvara çarpıp kırışını, ben bebeklerimin birini emzirip aynı anda diğerini susturmaya çalışırken, onun nasıl nefret dolu konuştuğunu, bebeklerimin arasında sürekli ayrım yaptığımı söylediğini hatırlıyorum.
Sonrasında bebeklerimle başbaşa kaldığımda üzerimden bir yük kalkmıştı ama binlerce yük omuzlarıma binmişti. Emzir-bez değiştir-mama yedir üçgeninde hapsolup, aralıksız 21 gün evden hiç dışarı çıkamadığımı hatırlıyorum. Bitmek bilmeyen ağlamalar da cabası.
İşte böyle böyle; ben, ben olmaktan çıktım. Yavrularına şefkat göstermeyen, onları hırpalayan, sürekli bağıran, sakin bir anı hiç olmayan, huysuz, mutsuz, anne olmayı beceremeyen ve hak etmeyen adi bir pisliğe dönüştüm. Çocuk sahibi olduğuma binlerce kez pişman oldum.
Şimdi biri beni öldürmek istese, kesinlikle karşı koymam. Bu yüzden, rica ediyorum, Pazar günü kimse benim anneler günümü kutlamasın. Ben de kimsenin anneler gününü kutlamayacağım. Kimseyi de suçlamıyorum. Tek suçlu benim! "
Benim lohusa depresyonu hikayem işte böyleydi. Bir sonraki yazımda, bu depresyonla nasıl başa çıkmaya çalıştığımı anlatmaya çalışacağım. Zira bu yazı ziyadesiyle uzun oldu 😉 Görüşmek üzere...
"Doğum sonrası depresyon diğer adıyla Postpartum depresyon (PPD) doğumdan sonra bir kadında gerçekleşen fiziksel, duygusal ve davranışsal değişimlerin karmaşık bir karışımıdır. PPD başlangıcı, doğumdan sonraki dört hafta içinde gerçekleşen bir majör depresyon formudur. Postpartum depresyon, bebek sahibi olmakla ilişkili kimyasal, sosyal ve psikolojik değişikliklerle bağlantılıdır. Birçok yeni annenin deneyimlediği fiziksel ve duygusal değişikliklerin tanımıdır. Postpartum depresyon ilaçla ve danışmanlıkla tedavi edilebilir." (https://www.e-psikiyatri.com/dogum-sonrasi-depresyonu-26055 )
Bu tanımda da ifade edildiği üzere, doğum yaptıktan sonra oluşan bu depresyonu çok hafif de olsa yaşamayan bir anne var mı bilmiyorum. Eğer varsa gerçekten çok şanslı demektir. İlk kez anne olduğumdan mıdır, yoksa ikiz doğurduğumdan mıdır, ya da içinde yaşadığım çevre koşullarından mıdır bilmiyorum ama ben bu depresyonu çok ağır yaşadım. Uzunca bir süre de kimseye birşey anlatamadım. Sonunda dayanamadım ve geçen sene tam da lohusa depresyonu haftasında içimdekileri kağıda döktüm. Ardından bunları Instagram'da paylaştım. Bunun üzerine çok sayıda destek mesajı ve telefonu aldım. Tabi ki halimi anlayan annelerden 😊 8 Mayıs 2018 de yazdığım yazıyı burada da paylaşmak istiyorum.
"Bu hafta Lohusa Depresyonu Farkındalık haftasıymış. Bu depresyonu iliklerine kadar yaşamış ve hala yaşamakta olan bir anne olarak, içimdeki zehrin bir kısmını akıtmanın vakti geldi sanırım. Baştan söyleyeyim, bu iletiden rahatsız olanlar DM'den mesaj atsınlar. Onları engellerim. Bir daha böyle "saçma sapan" paylaşımlarımı görmezler.
İkizlerimi doğurduğumda çok mutluydum. Ama sonra herşey hızla kabusa döndü. Aç, uykusuz, pis ve bakımsız kaldığım günlerde hiç iyi anılarım yok. Bana destek olmaya gelen "en yakınımın" canımı nasıl yaktığını hatırlıyorum. Gecenin bir yarısı, bebeklerimin gaz şurubunu duvara çarpıp kırışını, ben bebeklerimin birini emzirip aynı anda diğerini susturmaya çalışırken, onun nasıl nefret dolu konuştuğunu, bebeklerimin arasında sürekli ayrım yaptığımı söylediğini hatırlıyorum.
Sonrasında bebeklerimle başbaşa kaldığımda üzerimden bir yük kalkmıştı ama binlerce yük omuzlarıma binmişti. Emzir-bez değiştir-mama yedir üçgeninde hapsolup, aralıksız 21 gün evden hiç dışarı çıkamadığımı hatırlıyorum. Bitmek bilmeyen ağlamalar da cabası.
İşte böyle böyle; ben, ben olmaktan çıktım. Yavrularına şefkat göstermeyen, onları hırpalayan, sürekli bağıran, sakin bir anı hiç olmayan, huysuz, mutsuz, anne olmayı beceremeyen ve hak etmeyen adi bir pisliğe dönüştüm. Çocuk sahibi olduğuma binlerce kez pişman oldum.
Şimdi biri beni öldürmek istese, kesinlikle karşı koymam. Bu yüzden, rica ediyorum, Pazar günü kimse benim anneler günümü kutlamasın. Ben de kimsenin anneler gününü kutlamayacağım. Kimseyi de suçlamıyorum. Tek suçlu benim! "
Benim lohusa depresyonu hikayem işte böyleydi. Bir sonraki yazımda, bu depresyonla nasıl başa çıkmaya çalıştığımı anlatmaya çalışacağım. Zira bu yazı ziyadesiyle uzun oldu 😉 Görüşmek üzere...
23 Mayıs 2019 Perşembe
Merhaba...
Herkese merhabalar...
Bu ilk paylaşımımda -devamı gelecek mi henüz ben de bilmiyorum- sizlere biraz kendimden bahsetmek isterim. Ben Selvi AKGÜL ALAK... 2009 yılında Boğaziçi Üniversitesi Okul Öncesi Öğretmenliği'nden mezun oldum. Aynı yıl Okul Öncesi Öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Daha sonra yine Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde yüksek lisansımı tamamladım, şimdi de aynı bölümde doktora öğrenimimi sürdürüyorum. Yetmedi bir de açıköğretimden Çocuk Gelişimi lisans programına kayıt yaptırdım, bir yandan da onu sürdürmeye çalışıyorum.
18 Ekim 2016'da ikiz kızlarım Bilge ve Defne'yi doğurmak suretiyle, her annenin, hatta her babanın yaptığı gibi huniyi kafama taktım ve düşe kalka yoluma devam etmeye çalışıyorum 😊 Görüldüğü üzere, işim gücüm çoluk çocuk... O yüzden bloguma da bu adı verdim. Yıllar önce aynı isimle yayımlananan bir çocuk gelişimi dergisi vardı. Dergi de, onu yayınlayan yayınevi de artık yok. Umarım bu isim için telif sorunu yaşamam 😉
Çocuklarım doğunca, doğum iznimin bitiminde ücretsiz izne ayrıldım. O izin bitince, tekrar izne ayrıldım, o bitince tekrar...Seminer dönemlerinde birkaç haftalık çalışmamı hesaba katmazsak yaklaşık 3 yıldır çalışmıyorum. Çalışmıyorum dediysem, ev dışında çalışmıyorum. Yoksa ev içinde ziyadesiyle çalışıyorum. Birkaç hafta sonra ev dışında da çalışmaya başlayacağım. Çünkü iznim bitiyor..
Evde kaldığım süre boyunca, tabi ki çocuklardan fırsat buldukça, sosyal medyayla daha fazla ilgilenmeye başladım. Ve hemen her gün karşıma başka bir gariplik çıktı..Söz konusu çoluk çocuk olunca bu garipliklere sessiz kalamayacağımı fark ettim. Bu yüzden şahsi Instagram hesabımdan ufak tefek paylaşımlar yapmaya başladım. Paylaşımlarımda karşılaştığım gariplikleri biraz esprili, biraz da "öfkeli" bir biçimde eleştirip, naçizane tavsiyelerde bulundum. "Bilirkişi bildiriyor yine" deyip, kendimi de eleştirdim 😊
Sonra bir gün bir blog açma fikri çıktı ki tabi ki benden değil...Boğaziçi Üniversitesi'nden hocam İnanç Ayar'ın fikriydi. "Mesela bir blog aç Selvi. Birşeyler yaz, bir değer üret, bir fayda sağla. Onlar bir kenarda biriksin. " dedi. Ben de bu blogu açtım. Devamı gelecek mi gerçekten bir fikrim yok ama bir kenarda dursun bakalım. Şimdilik bu kadar...Eğer tekrar yazarsam görüşürüz..Sevgiler 💗
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)